7 Temmuz 2025 Pazartesi

Mutluluk Meslekte mi, Yoksa Meslek Mutlulukta mı?

Bir gün meslek danışmanlığı için beraberinde annesi ile bir genç geldi.
Ailesi gencin ön lisans Elektronik bölümüne gitmesini istiyordu.
Bunun için her türlü maddi desteği sunacaklar ve özel üniversiteye göndereceklerdi.
Bu seçim, diğerlerine göre daha kolay iş bulabileceği ve iyi paralar kazanabileceği bir bölüm olduğundan çok mantıklıydı.
Ancak genç ile birebir görüştüğümde aradığı ve istediği geleceğin çok farklı olduğunu gördüm.
Drama yazarlığı veya tiyatro merkezli bir meslekte çalışmak ve ilerlemek istediğine beni ikna etmişti.

Peki bu çatışmadan kimin galip çıkması gerekiyor?
Ailenin, aklın ve mantığın mı, yoksa gencin arayış ve hayallerinin mi?

Psikolojide yaptığımız işi duygularla, anlam hissiyle, iyi olma hali ile ve en güçlü yönlerimizi kullanarak yapmamız gerektiği ile ilgili bir yaklaşım var.
Martin Seligman’ın "Pozitif Psikoloji" yaklaşımı, meslek seçimi ve mesleki tatmin açısından güçlü temeller sunuyor.
Kendisi, hemen hemen çoğu kişinin kulak aşinası olduğu, literatürde "öğrenilmiş çaresizlik" olarak geçen kavramın mucidi.
ABD Üniversitelerinde uzun yıllar öğretim üyeliği yapmış ve psikoloji alanında çok sayıda ödül kazanmış bir isim.

Seligman, kariyerinin erken dönemlerinde depresyonun ve mutsuzluğun nedenlerini anlamaya çalışmak üzerine yoğunlaştı.
Köpekler üzerinde yaptığı meşhur deneylerle öğrenilmiş çaresizlik üzerine çalışmalar gerçekleştirdi.
Bir kişinin defalarca başarısızlığa ya da olumsuzluğa maruz kaldığında, başarabileceği durumlarda bile çaba göstermemeye başladığını gördü.
Çünkü artık “başarısızlık kaçınılmaz” diye düşünen bireyler tekrar denemekle ve harekete geçmekle uğraşmıyordu.

Geleneksel psikoloji yıllar boyunca kaygı, depresyon ve başarısızlık gibi insanların negatif duyguları üzerine odaklandı.
Psikologlar o güne kadar insanların neyi yanlış yaptıklarıyla ilgileniyordu.
Ancak 1990 lardan itibaren Seligman bu bakışı tersine çevirmek istedi.
Bu yüzden insanların ne zaman iyi hissettikleri, ne zaman geliştikleri ve daha iyi oldukları üzerinde durdu.

Bundan sonraki aşamada pozitif psikoloji yaklaşımını geliştirmeye devam etti.
İnsanların zayıflıklarıyla değil, güçlü yönleriyle kendilerini nasıl geliştirebileceklerini bilmeleri gerekiyordu.
Sadece sorunları tedavi etmek çoğu zaman yetersiz kalıyordu.
İnsanlara iyi olma, anlamlı yaşama ve potansiyellerini ortaya koyma becerileri kazandırılması daha etkili oluyordu.

Dünyanın her tarafından binlerce insan üzerinde çalışarak araştırmalarını genişletti.
Sonunda bulduğu sonuç ise hepimizin aradığı şeydi:
İnsan, güçlü yönlerini kullanabildiği bir meslek seçtiğinde hem başarılı hem de mutlu olma olasılığı artıyor.
Seligman'a göre gerçek başarı, güçlü yönleri kullanmakla, anlam üretmekle ve hayata katkı sunmakla mümkün oluyor.

Meslek seçerken ilgi ve beceriden daha çok, duygusal tatmin ve anlam arama üzerine yoğunlaşmamız gerekiyor.
Yani neye yeteneğim var değil de, hangi özeliklerimi kullanmak beni güçlü hissettiriyor, bunu keşfetmek önemli.
Bir mesleği kolay iş bulmak ya da iyi paralar kazanmak için değil, bu meslek benim için neden önemli diye düşünmeliyiz.
Amacımız sadece normal olmak ve normal kalmak değil, kendimizi geliştirmek de olmalı.

Her insanın doğuştan gelen ya da zamanla geliştirdiği karakter güçleri var.
Kimi mizahıyla, kimi yardımseverliğiyle, kimi de analitik düşünme becerisiyle öne çıkar.
Mesela merhametli birisi sağlık alanında bir meslekte daha tatmin olur ve kendini mutlu hisseder.
Analitik zekası yüksek biri, araştırma yapabileceği mesleklerde daha verimli çalışabilir.
Yine yaratıcı becerisi olan biri ise sanatla ilgili mesleklerde gelişebilir ve doyuma ulaşabilir.

Doğru meslek, kişinin bu güçlü yönlerini kullanabileceği bir ortam olmalı.
Güçlü yönlerini kullanamayacakları işlerde çalıştıklarında zamanla tükenmişlik yaşayacak ve mutsuz olacaklar.

29 Haziran 2025 Pazar

Mesleği Değil, Kendimizi Seçmek


Hayat yolculuğumda 40. yılımı tamamlamak üzereyim.
10 yaşında küçük bir çocukken hep doktor olmak isterdim.
20 ye geldiğimde iyi bir mühendis olmak için çabalıyordum.
30 uma geldiğimde "keşke Hukuk tercih etseydim" diye az düşünmedim.
Şu an ise, her ne kadar yaptığım işten keyif alsam da 50 yaşımda başka bir yerde olmak istediğime eminim.

Yalnız olmadığımı çok iyi bildiğim bu konu hakkında önemli ve meşhur bir bilimsel çalışma mevcut.
Meslek ve kariyer danışmanlığının temel taşlarından biri olan Donald Super’in Kariyer Gelişim Teorisi.

20. yüzyılın en etkili kariyer psikologlarından biri olan Super, 1940 lı yıllardan itibaren farklı yaş gruplarından bireylerle çalışmalar yaptı.
Bireylerin kariyer gelişimi ve meslek seçimi üzerine araştırmalarla veriler toplayarak analizler gerçekleştirdi.
Yıllarca süren araştırmalarında insanların meslek seçimlerini, iş doyumlarını, sahip oldukları değerlerini, ilgi alanlarını, rolleri ve kimliklerini değerlendirdi.
Görüştüğü kişilere “Sen kimsin?”, “Hayattaki amacın nedir?”, “Nasıl biri olmak istiyorsun?” gibi sorular sordu.
Sonunda aldığı cevapların insanların mesleki tercihleri ile bağlantılı olduğunu gördü.
Yani herkes kendini nasıl görüyor ve tanımlıyorsa meslek seçimini de ona göre yapıyordu.

Super, meslek seçiminin bir defalık bir olay olmadığını ve hayat boyu yenilenen bir süreç olduğunu yıllarca süren çalışmalarından sonra ortaya koydu.
1957'de “The Psychology of Careers” adlı kitabıyla Kariyer Gelişim Teorisini dünyaya duyurarak önemli bir misyonu da yerine getirmiş oldu.

İnsanlar tek bir meslekle değil, hayatın farklı dönemlerinde farklı mesleki rollerle tanımlanıyor.
Kariyer kararları da genellikle yaşam evresine ve toplumsal rollere bağlı olarak değişiyor.
Bir meslek seçimi ne kadar benlik ile örtüşüyorsa, kişi de mesleğinde ve yaptığı işte o kadar doyum ve başarı hissediyor.
İlgi alanları da zamanla değişebiliyor ve bu şekilde kariyer yolları yeniden çiziliyor.

Çoğu anne babaya göre meslek seçimi, bir defa verilecek büyük bir kararmış gibi görülüyor.
Gerçekte ise hayat devam ettikçe şekillenecek ve farklı yönlere evrilecek uzun bir yolculuk.
Kariyerlerimiz de aynı hayatlarımız gibi düz bir çizgiden ibaret değil.
Yaş aldıkça değişiyoruz, ilgi alanlarımız farklılaşıyor, değerlerimiz netleşiyor ve önceliklerimiz zamanla dönüşüyor.
Bu değişimler de doğal olarak hepimizin meslek ve kariyer tercihlerine yansıyor.

Super’in teorisinin en önemli katkılarından biri de kariyerimizin gelişimimizle iç içe olması.
Seçtiğimiz mesleklerle ve yaptığımız işlerle sadece para kazanmıyoruz.
Aynı zamanda kendimizi de tanıyor, geliştiriyor ve yeniden şekillendiriyoruz.
Sadece bir işte çalışmıyor, belirli bir yaşam tarzını ve bir kimliği de benimsemiş oluyoruz.

Hayat yolculuğumuzda her dönem farklı roller üstlenmeye devam edeceğiz.
Bir gün öğrenci, bir gün çalışan, bir gün anne baba ve sonra başka bir gün tekrar bir öğrenci olacağız.
Sahip olacağımız her kimlikle beraber farklı bir yönümüzü daha tanıyacağız.
Kendimizi tanıdıkça da yaptığımız işleri yeniden düşünmeye ve şekillendirmeye başlayacağız.

Bir mesleği sadece iyi kazandırıyor diye seçmek, uzun vadede tatmin getirmez.
İnsan, yaptığı iş için “Bu iş tam bana göre!" diyemiyor ve bunu hissedemiyorsa o işte tutunamaz.
Bu yüzden meslek seçiminde sadece yetenek testi yapmak karar vermede yetersiz kalıyor.
Kişinin kendini tanımasına yönelik yoğun bir çalışma ve iletişim de gerekiyor.

Çocuklarımızı meslek seçiminde “bir kerede ve tek karar ver” baskısı altına sokmamalıyız.
Hayatın uzun bir yolculuk olduğunu ve her durakta yeniden kendilerini keşfetme imkanları olacağını hatırlatmalıyız.
Sadece bugüne göre değil, gelecekte kim olmak istediklerini de düşünmelerine ve buna göre karar vermelerine yardımcı olmalıyız.
Hangi alanda ilgili ve yetenekli olduklarındansa, neyi yaparken kendilerini anlamlı hissettiklerini keşfetmeliler.

17 Haziran 2025 Salı

Hayat Denemeye Değer mi?


"Başarı; başkalarından daha iyi olmakla değil, kendi başınıza en iyi olmakla ilgilidir."
C. Dweck


Meslek danışmanlığı görüşmelerinde bazen çok parlak öğrencilerle karşılaşıyoruz.
Konuşmaları, üslupları, hal ve hareketleri açık açık "Benden çok iyi olacak!" diye bağırıyor.
Ancak bazı alanlara yönlendirme yapmaya çalıştığımızda "O iş olmaz, yapamam." diyerek kapıyı kapatıyorlar.

Bazen de tam tersi durumdaki öğrenciler çıkıyor karşımıza.
Sıradan olan veya akademik olarak fazla önde olmadığı halde anlamlı bir özgüvene sahip olan kişiler görüyoruz.
Hiç duymadığı, bilmediği veya güçlü olmadığı bir alan hakkında "Neden olmasın? Yapabilirim, denemek istiyorum." diyebiliyorlar.

Birbirine zıt bu iki yaklaşım aslında nereden kaynaklanıyor?
Doğuştan mı böyleyiz, yoksa zamanla yeteneklerimiz ve becerilerimiz gelişebilir mi?
İşte bu sorulara cevapların olduğu ve bu yargıların dayandığı bilimsel bir kuram var: Zihniyet Teorisi.

Stanford Üniversitesinde Psikoloji Profesörü olarak görev yapan Carol Dweck, öğrenme psikolojisi alanında ün yapmış bir isim.
Harvard, Yale ve Columbia gibi prestijli üniversitelerde de görev aldı ve çalışmalar yaptı.
İsmini dünyaya duyuran araştırması ise literatüre kazandırdığı kavram olan "Zihniyet Teorisi" oldu.

Dweck, kariyerinin başında çocukların başarıya verdikleri tepkileri ve başarısızlıkla başa çıkma yöntemlerini gözlemledi.
En önemli deneylerinden birinde bir grup öğrenciye çözmeleri için çok zor Matematik problemi verildi.
Problemi çözebilen öğrencilerden bir kısmı "Çok zekisin aferin." diyerek, diğer kısmı ise "Çok emek harcadın aferin." diyerek tebrik edildi.
Çocuklara daha sonrasında tekrar tekrar zor problemler soruldu.
Ancak bu defa zekisin denilen öğrencilerin zor problemlerden kaçındığı, çabaladın denilen öğrencilerin ise zorlandıkça daha çok çabaladıkları görüldü.
Övgü şekli bile çocukların zihniyetlerini şekillendirebiliyordu.

Dweck yaptığı yüzlerce deneyin sonunda düşünce yapılarını 2 temel zihniyet altında sınıflandırdı:
Sabit zihniyet ve gelişim zihniyeti.

Sabit zihniyete sahip olan insanlar zekanın, yetenek ve becerilerin doğuştan geldiğine ve değişmeyeceğine inanıyor.
Böyle düşünen insanlar için başarısızlık yetersizlik anlamına geliyor.
Bu kişiler denemiyor ve denemekten kaçınıyorlar.
Çünkü yapamayacaklarına inandıkları için denemeye değeceğini düşünmüyorlar.

Gelişim zihniyetine sahip insanlar ise farklı olarak zekanın ve yeteneklerin çabalama ile geliştirilebileceğine inanıyor.
Bu insanlara göre başarısızlık yeni şeyler denemeyi düşünmeye teşvik ediyor ve bunu da bir öğrenme fırsatı olarak değerlendiriyorlar.
Problem çözerken zorlanıyorlar ama zorlandıkça daha fazla çabalıyorlar.
Çünkü denedikçe gelişebileceklerini ve üstesinden gelebileceklerini düşünüyorlar.

Zihniyet teorisini sadece bir psikolojik kavram olarak görmek haksızlık olur.
Mesleki yönelim, meslekte devamlılık ve meslekte başarı-tatmin açısından da ele alınması ve önem verilmesi gerekiyor.
Çünkü meslek seçiminde sadece "neyi iyi yaptığımız"ı değil, "neyi öğrenmeye istekli olduğumuz"u da sorgularız.
Bu yüzden yönlendirme yaparken en çok "Neyin peşinden sıkılmadan vazgeçmeden koşabilirsin?" sorusunun cevabına dikkat ediyoruz.
Meslek danışmanlığındaki en önemli misyonumuz gencin sadece ilgi ve yeteneğini keşfetmesi değil, potansiyeline ve yapabileceğine olan inancını da geliştirmesi.

Sabit zihniyete sahip öğrenciler belirli alanlarda yeteneği olsa bile bunu kullanamıyorlar.
Denedikleri birçok alanda kendilerini yetersiz hissettikleri için sınırlandırıyorlar.
En ufak bir zorda hemen vazgeçiyor ve devam etmek istemiyorlar.

Diğer yandan gelişmiş zihniyete sahip öğrenciler yeniliğe ve gelişime sonuna kadar açık oluyorlar.
Zorlandığı alanlarda kendilerini zorlamaya ve denemeye devam ediyorlar.
Yeni becerileri öğrenebileceklerine inançları olduğundan daha geniş bir yelpazeden seçebiliyorlar.
Hata yaptıklarında bunun üzerinde daha fazla düşünme eğilimi ile hatayı düzeltebiliyor ya da tekrar etmiyorlar.

Çocuklarımızı hiçbir zaman sadece sonuç üzerinden değerlendirmemeliyiz.
Takdir ve ödüllendirmelerimizi deneme, sabır ve kararlılıkları üzerinden devam ettirmeliyiz.
"Benim çocuğu zeki ama tembel." sözüne defalarca şahit olduk ve duymaya da devam edeceğiz.
Çünkü gelişime, yeniliğe ve farklılığa açık olmanın zekadan çok daha önemli ve değerli olduğunu bir türlü anlayamıyoruz.

Zihniyet teorisine göre çocuklarımızı doğru yaklaşımlarla yetiştirdiğimizde hayata 1-0 önde başlayabilirler.
Potansiyellerinin ve yeteneklerinin daha uzun vadede çaba gösterme ile ortaya çıkabileceğine ikna edebiliriz.
Başarısızlıkla başa çıkmayı, hata yapmanın sorun olmayacağını, hata yapa yapa kendilerini geliştirebileceklerini öğretmeliyiz.
Bu sayede daha bilinçli meslek tercihleri yapabilmelerini ve mesleklerinde başarılı olabilmelerini sağlayabiliriz.

11 Haziran 2025 Çarşamba

"Keşke"siz Bir Hayat Mümkün mü?

Geçtiğimiz günlerde okuduğum bir haber beni çok derinden etkiledi.
Ölümün döşeğindeki hastaların son sözleri, son itirafları hakkındaydı.
Haberi sadece kişisel olarak değil, mesleki olarak da ele almak ve zihnimde kurcalamak istedim.
Çünkü hayatlarının sonuna yaklaşan insanların söyledikleri, hayatta kalmaya çalışan bizler için çok güçlü mesajlar içeriyor.

"Keşke daha cesur olsaydım..."
"Keşke sevdiğim işi yapsaydım..."
“Keşke sadece mutlu olmak için yaşasaydım...”
"Keşke kendim olsaydım..."


Bu itiraflar bende olduğu gibi size de tanıdık geliyorsa, sizler de yalnız değilsiniz demek.
Çünkü çok fazla insan, yaşamının sonunda aslında başkaları için yaşadığını, kendi değerlerini ve hayallerini geri plana ittiğini fark ederek bu cümleleri söylüyor.

Ölümün eşiğindeki hastalardan gelen itiraflar ve dile getirdikleri pişmanlıklar birbirine çok benziyor.
Yaşamak isteyip de yaşayamadıkları hayatı çok net bir şekilde ifade ediyorlar.
Bu pişmanlıkların çoğu ise seçtikleri ya da onlara dayatılan mesleklerle ve kariyerleriyle doğrudan ilgili.
Çünkü tercih ettikleri yollar, meslekler ve yaptıkları işler hayatlarının en önemli anlarını kaplıyor.


Gençlerimiz meslek seçerken “Ne iş bulabilirim?” ya da "Ne kadar kazanabilirim?" sorularına cevap arıyor.
Ama aslında asıl sormaları ve cevap aramaları gereken sorular başka:
“Ben kimim? Bana ne iyi gelecek? Nasıl bir hayatı yaşamak istiyorum?”

Günümüzün en çarpıcı yanlışlarından biri, çoğumuzun hayatlarını mahvetmeye devam ediyor.
Çocukluktan itibaren bize ne olmamız ve nasıl davranmamız gerektiği ve neyin doğru neyin yanlış olduğu dayatılıyor.
Toplum içinde başarılı ve saygın insan tanımlamaları yapılıyor ve kalıplar oluşturuluyor.
Bu kalıplar yüzünden kendi doğrularımızı bulmakta zorlanıyoruz.
Ne yazık ki kendi karakterimizi ortaya koyamıyor, sadece bize verilen rolü oynamakla geçiriyoruz tüm oyunu.

Birçok insan kariyer yolunu geçim kaygısı, statü, başkalarını memnun etme arzusu gibi sebeplerle çiziyor.
Hayallerini ve istediklerini gözardı edip günün şartlarına göre meslek seçiyor.
Sevdiğimiz işi yapmak çoğu zaman lüks veya gereksiz olarak görülüyor.

Çoğumuz ise mutluluğu bir hedef olarak değil, her şey yolunda giderse hak edilen bir ödül olarak görüyoruz.
Ancak şu çok net bir gerçek ki, başarı odaklı yaşayanlar mutluluğu ikinci hatta üçüncü sıraya atıyor.
Gerçek başarının insanın kendi özüyle uyum içinde yaşaması olduğunu görmek istemiyor.


Çalışmalarımda ve seminerlerimde en çok duyduğum sorulardan biri hep bu olur:
“Doğru meslek seçimi gerçekten bu kadar emeğe ve dil dökmeye değecek kadar önemli mi?”
Bense her defasında aynı cevabı veririm:
“İnsan yaptığı işle ya yaşar ya da azalarak biter.”

Doğru meslek seçimi bir kariyer kararı değil.
Yaşamak istediğimiz hayata ne kadar yakın duracağımızın yeri.
Bizi bıkmadan usanmadan yaşayacağımız hayata bağlayacak en önemli neden.
İlgi ve yeteneklerimizle, değerlerimizle ve hatta hayallerimizle bir bütün olma isteği ve çabası.

Doğru meslek seçimi sadece iyi hayat şartları, dolgun bir maaş ya da statü değil.
Kendini gerçekleştirmiş insanların yüzerine baktığınızda hep o aynı ifadeyi görürsünüz.
Bir huzur, bir güven, bir duruluk, bir “Benim dünyada olma amacım budur!” hissi.

Genç yaşta yapılan meslek seçimi, gelecekteki “keşke”lerin sayısını azaltabilir.
Tabiki de hayat düz bir çizgi değil, inişlerle ve çıkışlarla dolu.
Değişebiliyoruz, yollardan sapabiliyoruz, bazen de kaybolabiliyoruz.
Ama en başından kendimize yakın bulduğumuz bir yolda yürümeye başlarsak, yoldan çıksak bile tekrar geri dönmesi kolay olacak.

Meslek seçimi süreci gençler için bir yön arayışı.
Yetişkinler için ise bir yüzleşme.
Ama günün sonunda hepimiz aynı şeyi arıyor olacağız.
Bu yüzden gençlere ve ailelerine hep aynı şeyi tavsiye ediyoruz.
Bir iş değil, bir anlam; bir maaş değil, bir amaç; bir meslek değil, bir hayat seç...

3 Haziran 2025 Salı

Mutluluk Yasası


"Sakin ve gösterişsiz bir yaşam, sürekli huzur arayışından daha fazla mutluluk getirir." A.Einstein


1922 yılında Albert Einstein, tüm temel kuvvetleri tek bir alan cinsinden yazılabilmesine imkan sağlayan "Birleşik Alan Teorisi" hakkında yazdığı makalesini tamamladı.
Çalışmalarını anlatmak üzere dünyanın farklı ülkelerine konferans turuna çıktı.
Japonya duraklardan biriydi.

Tokyo’daki Imperial Hotel’de konaklayan Einstein, o dönem fizik dünyasının yıldızıydı.
1921 Nobel Fizik Ödülü’ne layık görülmüş, dünyanın en büyük zihinlerinden biri olarak alkışlanıyordu.
Otel odasında dinlendiği bir gün kapısı çaldı, bir kurye kendisine evrak getirdi.
Einstein, kuryeye bahşiş vermek istedi, ancak Japonlarda bahşiş vermek alınan hizmetten memnun olunmadığı anlamına geldiğinden hakaret olarak algılanıyordu.
Bunun yerine, kalemini eline alarak üzerinde bu notun yazdığı küçük bir kağıdı kuryeye verdi.

Bu sözün yazdığı not, yıllar sonra bir açık artırmada kuryenin yeğeni tarafından 1,56 milyon dolara satıldı.
Ama asıl değeri, az ama öz kelimelerle vermek istediği mesajda gizliydi.
Başarıya ulaşmış bir dahinin, başarının ötesine dair bir arayışla ilgili içini dökmesi, gerçekten paha biçilmezdi.


Bu not sadece bir tavsiye değil, çağının ötesinde bir farkındalığın, yaşanmışlıkların ve içsel dönüşümün ürünü.
Son yüzyılımızın en dahisinin bu sade ve derin sözü, insanın iç dünyasına, hayatın anlamına ve modern yaşamın karmaşasına dair çok şey söylüyor.
Yaşamı sorgulayan ve yüzeyselliğe teslim olmayan insanlar için de bu sözden çok güçlü anlamlar çıkarmak mümkün.

Onu böyle düşünmeye iten sebepler neydi?
Neler gördü, neler yaşadı, neler deneyimledi de böyle bir düşünceye sahip oldu?
Neden bilim tarihinin en büyük isimlerinden biri, “daha fazla ödül”, “daha fazla başarı”, “daha büyük alkışlar” demedi de, sakinlik ve gösterişsizlik dedi?

Cevaplar, dikkatli bakıldığında Einstein’ın hayatının satır aralarında saklanmış gibi duruyor.
Gençliğinden itibaren yalnızlığı seven, kalabalıklardan uzak duran biriydi.
Gösterişten, protokolden, unvandan ve sıradışı olarak övülmekten hoşlanmazdı.
Bilimsel keşifleri kadar, savaş karşıtı duruşu, insani duyarlılığı ve özgür düşünceye olan tutkusu ile de tanınırdı.
Hayatı boyunca büyük zihinlerin büyük kalabalıkların arasında değil de büyük sükunetlerin içinde derinleştiğini gördü ve yaşadı.


Başarı, eğer iç huzurla beslenmiyorsa, insanı daha huzursuz kılan bir kovalamacaya dönüşebiliyor.
Ödüller, eğer anlamla bütünleşmiyorsa, sadece raflarda süs olarak kalıyor.
Einstein da, hayatın anlamını sadece fiziğin formüllerinde değil, içten ve sade bir yaşamda, sıradan gibi görünen ama gerçekten yaşanan anlarda aradı.
Belki de bu yüzden fizik yasalarının ötesine geçen bir “mutluluk yasası” bıraktı bizlere.

Bugün hepimiz bir şeylerin peşindeyiz.
Daha fazla başarı, daha büyük imkanlar, daha çok görünürlük - tanınırlık, daha fazla konfor vs...
Ama hiç durup da kendimize hesap sormuyoruz.
Bu kadar koşturmacanın içinde neleri geride bırakıyor, neleri kaçırıyoruz?
Mutluluk, huzur gözümüzün önünde de biz mi onu farketmeden yanından geçip gidiyoruz?

Belki de hayatın anlamını uzaklarda aramaktan yorgun düşüyoruz.
Belki de anlam, gösterişte değil, Einstein'ın da dediği gibi sakinlikte.
Sürekli parlaklık ararken, gözümüz kararıyor.
Gerçekten huzur ve mutluluk, göremediğimiz veya görmek istemediğimiz yerlerde gizli belki.
Belki de hayatta gerçekten önemli olan şey bu ama farkına varamıyoruz.


Bugün insanlık, sosyal medya, tüketim kültürü, hız, rekabet ve gösterişle dolu bir çağda nefes almaya çalışıyor.
Einstein en zekilerimizden biriydi.
Modern dünyanın en temel yanlışını görmüştü.
Mutluluğu sürekli olarak dışardan gelecek kazanımlarda aramak en büyük hataydı.
Aslında sakinliğin, gösterişten uzak, sade bir yaşamın çok daha sürdürülebilir ve gerçek bir mutluluk sağladığını fark etmişti.

Hayat sadece başarılarla değil, huzurla yaşandığında anlam kazanıyor.
İnsanlık bilgi ve teknolojiyle büyüyor, ancak mutluluk sadeleşmeyle geliyor.

Öne Çıkan Yayınlar

Mutluluk Meslekte mi, Yoksa Meslek Mutlulukta mı?

Bir gün meslek danışmanlığı için beraberinde annesi ile bir genç geldi. Ailesi gencin ön lisans Elektronik bölümüne gitmesini istiyordu. Bun...